“İlim ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Ya bu nice okumaktır.”
demiş Yunus Emre. Bize bakan iki yönü var bu sözün ve benim en çok ilgilendiğim tarafı olan: insanın kendini tanıması. Dünya denen bu gezegene geldik gözlerimizi açtık. Anne, babamız ve çevremiz oldu. Farklı kültürlerde ve farklı özelliklerde ailelerde büyümeye başladık. Her ne kadar kendimize has dünyaya gelsek de önce ailemiz sonra çevremiz şekillendirdi bizi. İyi – kötü, doğru-yanlış gibi kavramlar ile tanıştık. Sonra ailemiz bizim hakkımızda yorumlar yaptı: “İyi çocuksun” ya da “Yaramazsın” gibi. Yetmedi çevre girdi “Aa ne çalışkan çocuk” ya da “Bak bak ne pis çocuk” dediler.Ekledik mi bunları kendimize. Bunun gibi ekle ekle bir çok kavram. Ne olduğumuzdan ziyade ne oluşturulduğumuzdu aslolan. Bilinçaltı devreye girdi her olayda ve bir çok kayıt yaptı bizi korumak için. İyi ya da kötü kayıt önemli değil ki onun için. Onun görevi bizi hayatta tutmak. Tabi bu asli görev ilkel çağlarda hayvan ve insan saldırısından hayatta kalmaya ayarlı iken modern zamanda ise bu görev, insanların maddi ve manevi baskılarından korunmaya doğru evriliyor. Biri sizi kötü giyindiğiniz için bir şekilde eleştirdi ve siz bunu içerlediyseniz ileride kıyafetiniz konusunda çok hassas biri olmanız çok normal. Dahası bu konuda en ufak eleştiriyi kaldıramayacak kadar hassaslaşarak size bu konuda takılan birinin kalbini çok kötü bir şekilde kırmanız da mümkün. Hem de niçin bu kadar sinirlendiğinizi bile hatırlamadan ya da altta yatan bu hassaslık durumunuzu bilmeden öfke patlaması yaşayabilirsiniz. Aslında buradaki kişi siz değilsiniz.Zamanında sizi eleştiren o kişi tarafından bu hassaslık durumuna evrildiniz. Örnekler artırılabilir.
Hayat boyu alıcıları açık olan bilinçaltı, her uyaranı alıp size modifiye edecektir. Bazen tv, bazen müzik, bazen kitap ya da bir insan, bazen iyi bazen kötü. Burada aslolan özdeki biz. Kimiz? İsteklerimiz neler? Neler mutlu ediyor bizi? Yaratıcı bizi hangi kişilikte yarattı? Sonra nasıl başka hayatlara montajlandık. Buna bir de bizim kültürümüzde ek olarak “el alem ne der?” bakış açısıyla çocuk yetiştirme tarzı eklenince ortaya tamamen beklentilere göre şekillenen hayatlar çıkıyor. Dolayısıyla kendi olamamış bir çok insan hatta tek bedende vücut bulmuş bir çok kişilik ortaya çıkıyor.
Neden kendini bilmek, tanımak bilgiden bile daha önemli? Onu bu kadar değerli kılan ne? Kendi olmayan insan mutlu değildir çünkü. Huzur bulamaz. Eksiktir hep. Yaratıcıya bile tam yönelemez. Huzursuzdur. İnsanları anlayamaz ve onlara karşı öfkelidir. Bencilliğe meyillidir. İlim bile giremez o kalbe. Beyne girmez demiyorum. Beyinden kalbe tam süzülemez. Bu konuda Erich Fromm’un sözü buraya tam oturuyor: “Yaşanmamış hayatlar, dünyadaki bütün savaşların ve kötülüklerin temelidir.”
Şimdi gelelim buradan çıkacak derse. Seyahat güzeldir bu dışarıda olduğu kadar içte de öyledir ama en zorlu seyahat içe olandır. O yüzdendir ki, bilgiden önemli ve dolayısıyla bilgiden daha meşakkatli. İnsanın yaratılışındaki hikmeti anlaması ve yol alması temel etkendir önce kendini tanıması.